Hürriyet Magazin

People 20120

People 20120 alanlarında yaratıcı kişileri daha yakından tanımanız için sizlerle buluşturuyor. LMEV soruyor, onlar yanıtlıyor. Siz de onlardan biri olduğunuza inanıyorsanız, lamodenvogue@gmail.com adresine mail atın.




Tod's'un CEO'su Diego Della Valle'yle Tod's Hakkında Konuştuk...

BEN BUNA
GÖSTERİŞSİZ ZARAFET DİYORUM

Tod's, köklerine olan bağlılığı, el yapımı becerisi ve kusursuz işçiliği ile dünyaya meydan okuyor. Diego Della Valle, "Bu bir seçim ve ben bunu Gösterişsiz Zarafet olarak tanımlıyorum," diyor. Röportaj. İpek ERSOY - L'Officiel Türkiye




“Made in Italy” özgüveni, müşteriyi alışveriş sırasında tam 12’den vurur. Siz de İtalyan kimliği taşıyan bir şirketin CEO’su olarak, bunun avantajlarını kullanıyor musunuz?

“Made in Italy” güveninin arkasında, meşakketli bir araştırma sonucu titizlikle seçilen malzeme ve İtalyan dokunuşlarıyla ortaya çıkan detaylar gizlidir. Tod’s markasının tüm ürünleri “Made in Italy” kimliği taşıyor. Bu stratejimiz, senelerdir şirketimizin en büyük güçlerinden biri olduğunu kanıtladı. “Made in Italy” kavramı, markayı müşterilerin gözünde ayıran ve İtalyan el işçiliğini takdir edenleri kendisine çeken önemli bir kavram.   

Milano’da yaşayan Türk bir moda yazarı olarak, 2009 yılında piyasaya sürdüğünüz “Italian Touch” adlı kitabınızı okurken İtalyan yaşam stilinin farklı bir yüzüyle tanışmıştım. İkinci kitabınız için bizleri daha fazla bekletmeyeceğinizi ümit ediyorum…

Yeni kitabım “Italian Portraits” dünyanın her yerinde, aynı anda eylül ayında satışa çıkıyor. Tanıtımını geçtiğimiz aylarda Brera’da bulunan Pinacoteca’da, Milano Moda Haftası’na özel verdiğimiz davetle kutladık. Kitabımı bu kez sadece İtalyan erkekleri ve onların yaşam tarzlarına ayırdım. Zevk ve etik, çağdaşlık yanında geleneğe olan bağlılık, güzellik ve yeterlilik… Tüm bunları tek bir bedende birleştirme yeteneğine sahip, kibar İtalyan erkekleriyle tanışacaksınız. “Made in Italy” köklerine saygıyla bağlı, el yapımı becerisi ve kusursuz işçilikle dünyaya meydan okuyan bir stilden söz ediyorum. Bu bir seçim ve ben buna “Gösterişsiz Zarafet” diyorum. Modernizm ve kozmopolit yaşamın kök saldığı ülkemizde, kültür ve yaşam tarzımızın bir parçası olan bu zamansız değerlerin önem ve çekiciliği, bugün her zamankinden daha çok ortaya çıkıyor.

Çanta ve ayakkabılarınızı ünlü kişilerin üzerinde görmek sizi oldukça mükafatlandırıyor olmalı. Bazı markalar lüks kavramının değerini korumak için sınırlı sayıda üretim yapıyorlar. Lüksün özünü dikkate aldığınızda, Tod’s markasına sahip olmasını istediğiniz müşteri kitlesini tarif edebilir misiniz?

Uzun yıllardır markamıza sadık kalan birçok ünlü var. Ama görüyorum ki, sadık olan sadece ünlü müşterilerimiz değil; halktan, 20 yıldır Tod’s markasına sıkı sıkıya bağlı olan bir müşteri kitlesine sahibiz. Onlar da sadece tasarımı değil, Tod’s markasıyla özdeşleşmiş olağanüstü kaliteyi ve günümüzün dokunuşlarıyla zamansız tasarımların birleşimini istiyorlar. Kadın ve erkek, onlar satın aldıkları üründe kalite ve güvenilirliği arayan uluslararası müşteriler. Son derece zarif ve rafine bir zevkleri var, ama satın alma noktasında işlevselliğe de bir o kadar önem veriyorlar.

İkonik Gommino makosenlerinin tabanlarında kullanılan 133 kauçuk taşlarının arkasında yatan bir hikaye var mı? Neden 133 ve amacı nedir?

133 kauçuk taşlar esas olarak Tod’s Gommino’yla özdeşleştirildi. Ama genel olarak kauçuk taşlardan bahsedersek, onlar Tod’s markasının en belirgin özelliklerinden. Bu yüzden, birçok farklı tarzda örneğin yüksek topuklu bir ayakkabı ya da Tod’s bir deri ceketin üstünde bile görebilirsiniz.

Bu kadar ayakkabının içinde olan biri olarak, koleksiyon yapıyor musunuz?

Hayır; ama gardırobumda çok sayıda, aynı zamanda favorim de olan klasik bilekte biten, kahverengi süet, bağcıklı Tod’s modelinden var. 

Kullandığınız malzemelerde ne kadar hassas davrandığınızı biliyoruz. Özellikle çanta koleksiyonlarınızda, Almanya ve Fransa’dan ithal deriler getirtiyorsunuz. İtalya deri konusunda sizi tatmin etmiyor mu?

Doğrusu bunu söyleyemem. Tod’s şirketine ait fabrikalara, dünyanın en iyi tabakhanelerinden, en kaliteli derileri depoluyoruz. Sadece Almanya ve Fransa değil, tabii ki çoğunlukla İtalya olmak üzere, Afrika, Amerika ve Avustralya gibi diğer ülkelerden de ithal edebiliyoruz. Bu durum, ne tür bir deriye ihtiyacımız olduğu ve o cins deriyi hangi ülkeden temin edebildiğimizle ilgili.

Yıllar sonra D-bag nasıl bu kadar popüler oldu?

Her ikonik stilin “must-have” listelerine girmek için zamana ihtiyacı vardır. Bu kural D-bag için de geçerli. 1997 yılında gerçekleşen lansmanından sadece birkaç yıl sonra, fenomen haline geldi.

D-bag zamansız bir tasarımken, Roger Vivier imzalı Prismick çağın ruhunu yansıtıyor. Tod’s, Hogan, Fay ve Roger Vivier markalarının tümünü bünyesi altında bulunduran Tod’s Group lideri olarak, sizce birbirlerinden hangi noktalarda ayrışıyorlar?

Tod’s modern lüksü temsil ederken el yapımı geleneğini sürdürüyor. Hogan kentsel şıklığın peşinden gidiyor. Fay’in formalitesiz zarafeti karşısındaysa, Roger Vivier terziliğe olan hürmetiyle cevap veriyor.

Siz gittikten sonra Tod’s markasının geleceğini nasıl hayal ediyorsunuz?

Benim arzum ve umudum, Tod’s markasının her geçen gün büyümesi ve tam da bugün olduğu gibi aynı performansla devam etmesidir.


Soul by Özgür Masur; Stil Ruhla Buluşuyor... 

Biliyorsunuz, yazı işlerimin yanında bir de Butigo.com alışveriş sitesinin blogunu yönetiyorum. Butigo Blog 'un açılışına özel, aynı ekipte yer aldığım ünlü tasarımcı Özgür Masur’la; giyim tarzından alışverişe, modadan “Soul” adını verdiği yeni hazır giyim koleksiyonuna kadar özel bir röportaj hazırladık. Dinlemeye hazırsanız, sizi Özgür Masur'la baş başa bırakıyorum.


Gardırobunda vazgeçemediğin parçalar neler?

Koyu renk denim pantolon,  bolca beyaz gömlek, rahat kesimli basic t-shirt, spor ayakkabılar, klasik kesimli siyah fit ceket.

Tarzını oluştururken aldığın parçaların marka olmasına mı dikkat edersin, yoksa isimsiz bir tasarım da olabilir mi?

Tezgahta 5 TL olan birşeyi beğendiysem alabilirim; örneğin t-shirt ya da gömlekte marka olmak zorunda değil ama ayakkabı, ceket ve pantolonda marka olmak zorunda. Tabii marka derken illa çok pahalı olanları kastetmiyorum, ama son saydığım parçaları tezgah gibi açıkta satılan, geri döndüğümde bulamayacağım bir yerden satın almam.  

Aklındaki iyi ve doğru giyinen, ideal kadın imajını tarif et desem...

Bir kere yerine ve durumuna göre çok değişir. Şık bir ortamda slim görüntüler çok hoşuma gidiyor; altına sivri burun ayakkabılarla look’unu tamamlayabilir. Kokteyl ve sakin ortamlardaysa daha basic görmek isterim.






Bir kadına en çok yakıştırdığın ayakkabı modeli hangisi?



Bu aralar sivri burun ayakkabıları çok beğeniyorum. Çünkü sivri burun bana göre bir kadını çok zarif gösterdiği gibi, aynı zamanda kimliğini de ortaya koyuyor. Butigo.com için tasarladığım ayakkabılarda da bu modeli kullandım, yaz için canlı renk varyasyonlarına göz atın derim.




Peki topuklu giymekte zorlananlar için, babet mi sandalet mi?

Babet.

Zil sesi durmak bilmiyor, showroomun kadın müşterilerinin istilasına uğramış gibi, (Gülüyoruz.) bu durumda kadınların ne kadar kararsız olduğunu en iyi deneyimleyenlerden biri de sensin. Ne giyeceğimize karar veremediğimizde, bize hangi kurtarıcı parçayı önerirsin?

Likralı, kalem kesim, daracık bir etekle günün her saatini geçirebilirsiniz.

Bu yazın kadınlar için en trendy look’u nedir?

Kimono.

Türkiye’de tarzını örnek gösterebileceğin kimler var?

Elif Dürüst ve Ece Sükan. İkisi de giyindiklerinde kendilerine has bir tarzı ortaya koyuyorlar, bence en önemlisi bu. Onları farklı kıyafet kombinleriyle görebilirsiniz ama tarzları hep kalıcı.



Tasarımların kadar showroom’un da seni anlatıyor. Melek kanatlı kahve fincanından, girişteki ihtişamlı avizeye kadar ilginç detaylar göze çarpıyor. Yaşadığın yerde olmazsa olmaz bir obje var mı?

Mum.

2013 Sonbahar - Kış koleksiyonunu hazırlarken güzel bir sürpriz yapıp “Soul by Özgür Masur” adında bir de hazır giyim koleksiyonu yarattın . Bize biraz bu koleksiyondan bahseder misin?

Tasarımlarımı beğenen, fakat fiyatları yüksek olduğu için alamamaktan yakınıp bana ulaşan çok kişi oldu. Ben de onlar için yaklaşık 30 parçadan oluşan bir hazır giyim koleksiyonu hazırladım. 2012 İlkbahar - Yaz sezonuna ait bu koleksiyonun içinde gece, davet ve parti elbiseleri yer alıyor. Kısacası bundan sonra Özgür Masur imzalı hazır giyim parçalara, Soul koleksiyonundan ulaşılabilir fiyatlarla sahip olabilecekler.


 Peki bu koleksiyonu nerde görebiliriz?

Soul koleksiyonumu, şimdilik kendi showroom’umda görebilirsiniz. Bunun dışında yeni koleksiyonumu 14 – 17 Haziran tarihleri arasında, Maçka Sanatçılar Parkı’nda gerçekleşen Galata Moda’da görücüye çıkarttım ve oldukça ilgi gördü. Bu yakınlarda ilk planım konsept bir mağaza açarak daha çok parçayla müşterilerimin karşısına çıkmak. 


Çuval Taksa Yakışır: Ayşe Özgüneş

Hayatını oturduğu değil yarattığı yerden sürdürmeye karar verdiği gün, soluğu atölyede alıyor. Evrenin karşısına çıkardığı şansın farkında, teşekkürü bir borç biliyor; tasarlarken kullandığı doğaya duyarlı malzemelerle de sözünü yerine getiriyor… Sonra takıyor “Çuval’ını” sırtına, o gün bugündür dur durak bilmeden yoluna devam ediyor. Ayşe Özgüneş, Çuval adını verdiği el yapımı çantalarının hikayesini .defaultmagazine okuyucuları için paylaşıyor.


Bir anda reklam sektöründen vazgeçip, tasarımcılığa soyunuyorsun. Bu cesur kararın arkasındaki hikayeyi senden dinleyelim…

Aslında ilk başta kendimi nasıl reklam sektöründe buldum, ben bile bilmiyorum! Philadelphia’da çalıştığım reklam ajansından (ki daha çok creative house denebilir) o kadar etkilenmiştim ki, İstanbul’da da bu tarz bir yer bulurum ümidiyle kendimi sonradan keşfettiğim tipik İstanbul reklam ajanslarında buldum. Birkaç ajans ve değişik pozisyonu denedikten sonra bir şeyler üretmeden mutlu olamayacağımı anladım ve haftasonlarımı eski ortağımla sevdiğimiz bir aile dostunun atölyesinde geçirmeye başladım. Önceleri  hobi olarak başlayan bu uğraş, zaman geçtikçe daha bir şekil almaya ve yapmam gereken doğal bir iş haline geldi.


Projelerde beraber çalıştığın iş arkadaşlarını saymazsak, iki kişi çıktığınız yolda artık tek başınasın. Bu ani değişim Çuval markasına nasıl yansıdı?

Aslında tek başınayım diyemem; çünkü tam da tek başıma kaldığımı sandığım sırada, hayat Selin’i karşıma çıkardı. Zaman içinde gelişen ortak çalışmalarımız SS2012 koleksiyonu ile resmiyete dökülerek bizi ortaklığa götürecek gibi gözüküyor. Ayrıca ekibimize Zeynep Gucum adında yeni bir arkadaş daha eklendi, o da bize satış ve iş geliştirmede destek oluyor. Güzel bir zaman içinde gelişen ayrılık ve beraberliklerin, Çuval’a olumlu yansıdığını, arada bazı aksaklıklar yaşanmış olmasına rağmen markayı daha güçlendirdiğini ve daha kararlı bir şekilde yol almaya motive ettiğini düşünüyorum.


Çuval gibi, geri dönüşüm ve doğaya karşı duyarlı tasarımlara yurtdışında ilgi büyük. Türkiye pazarını nasıl değerlendirirsin, tüketiciler artık daha bilinçli diyebilir miyiz?

Şunu belirtmeliyim ki Çuval, geri dönüşümlü değil ama doğaya karşı olabildiğince duyarlı bir marka. Bu işin en başında tamamen geri dönüşümlü olabilecek, ekolojik ve organik bir marka yaratmak istemiştik; ancak Türkiye’deki malzeme yetersizliği, işçiliğin zorluğu ve tabi ki pazardaki talep yoksunluğundan dolayı bu kadar iddialı olmak yerine “sustainable” bir marka olma yoluna doğru ilerledik. Evet, yurtdışında bu tip ürünlere ilgi büyük ama artık genelde bu özellik sadece bir pazarlama tekniği olarak kullanılıyor ve inanın yurtiçi-yurtdışı farketmeden bir ürünün doğaya karşı duyarlı olması çoğu insanın pek de umrunda olmuyor. Hele yurtdışında bile bu kadar daha benimsenmemişken, bizim gibi eğitim ve kültür seviyesi düşük bir ülkede tüketicilerin bilinçli olmasını zaten ümid etmiyorum.

Selin Kaluti’yle, “Kuşlar Yüksekten Uçar” adını verdiğiniz ortak bir koleksiyona imza attınız. Öne çıkan tasarımlardan ve koleksiyonun temasından bize biraz bahsedebilir misin?

2011 Sonbahar Kış koleksiyonumuz “Birds Fly High” ben NY’dayken Selin’le çok aceleyle çıkardığımız bir çalışma oldu. Çok kısa bir süreçte modellere karar verdik ve Amerika’daki Ralph Lauren’in atçı, country, prepy modasından etkilenerek bu temaya uygun, yuvarlak hatlı aksesuar ve ince kemerlere yoğunlaşarak, Amerika’da semer anlamına gelen saddle, Belt bag (kemer çantası) ve bu temaya en çok damgasını vuran The Bag’i (çanta) oluşturduk. Shopper, klasik tote un yerini aldı, sırt çantası da ince kemerlerle daha prepy bir hava aldı. Daha vintage ve country durduğunu düşündüğümüz kahverengi deriye yoğunlaştık ve kumaş renklerinde de yine aynı havayı yakaladık.  Her ne kadar kır hayatını tema olarak alsak da, şehir hayatında farklı zaman ve ihtiyaca göre kullanılabilecek bir model seleksiyonu sunmak istedik.

Her dönem farklı çanta modelleri sezona damgasını vuruyor; ben bu sezon Saddle formundaki modellerin öne çıktığını düşünüyorum. Yaratım sürecinde, sezon trendlerini dikkate alıyor musun?

Evet, yukarıda bahsettiğim gibi Saddle, The Bag ve Belt Bag ön plandalar; zaten en çok satan modellerimiz de bunlar oldu. Yaratım sürecine girmeden tabi ki sezon trendlerine bakıyoruz. Bir tasarımcı, her ne kadar özgür takılmak istese de, bir taraftan da etrafta olan bitenden haberdar olmak istiyor. Ama tabi bu trendler, ülke ve kültürlere göre değişiyor.

Peki, Çuval’ı diğerlerinden ayıran en önemli özellik nedir?

Çuval’ın en önemli özelliği, İstanbul’da el yapımı üretiliyor ve buna paralel olarak sustainable olması. Ek olarak da kumaş seleksiyonu, renk kombinasyonu ve “unique” olması diyebilirim.

Yanlış bir çanta ya da ayakkabı seçimi, tüm görüntüyü mahvedebiliyor. Çanta kullanımındaki doğru ve yanlışlar hakkında önerilerini duymak isteriz…

Maalesef öyle! Kıyafette karışıklık ve alakasızlıklar her ne kadar moda olsa ve bazen çanta ve ayakkabıyı da alakasız kıyafetlerle giyenler olsa da, ayakkabı ve çantayı doğru kullanmayı bilmek gerekiyor. Çanta  ve ayakkabıyı kıyafete göre dengelemek gerekiyor; örnek vermek gerekirse renkli ve hareketli bir kıyafet seçiminde, çanta ve ayakkabıyı biraz daha geri planda tutmak gerekir, daha sade bir kıyafette ise daha iddiali bir çanta veya ayakkabıyı ön plana çıkarmak güzel bir görüntü sağlar.

Örnek aldığın ya da beğendiğin tasarımcılar kimler?

Suno, Alexander Wang, Fleet Ilya, Eternal Child

Çuval İlkbahar/Yaz 2012 koleksiyonu için bizi ne gibi sürprizler bekliyor?

Bu koleksiyonla Çuval 2012 yazına damgasını vuracak! Birbirinden göz alıcı renkleriyle, beyaz altın kaplama aksesuarlarıyla ve vejetal deri detaylarıyla daha lüks ve kaliteli işçilikli ürünlerle karşınıza çıkacağız. Ayrıca daha fazla satış noktasıyla, müşterilerimize kavuşmayı umuyoruz.

Son olarak, Default Magazine okuyucularına ne söylemek istersin?

Herkese selam! Bizi takip etmeye devam edin!
Yaza doğru yeni websitemiz ve yepyeni projelerle karşınızdayız! Bize yazmak ya da siparişte bulunmak için çekinmeyinziyaret edinwww.cuvalist.com







Tellerin Efendisi: Lin Özvaron

Özgüveni tam, işindeyse hırslı ve iddialı… O vitrinin önünden geçmesi belli ki tesadüf değil; tam da o sırada kararını veriyor ve bir daha hiç ardına bakmadan yolunda ilerlemeye devam ediyor. Lin Özvaron, kendisini kısa sürede başarıya taşıdığı Lin Jewelry markasının ortaya çıkışı ve birbirinden naif tasarımlarını  LMEV için anlatıyor.

Fashionistaların takibinde olduğunu biliyoruz, ama seninle yeni tanışacaklar için mesleğinin arkasında yatan Lin Özvaron kimdir, biraz bahseder misin?

Beni gördüklerinde çokça defa garip garip bakan insanları anlamakla geçiyor zamanım. Hayatımda sınırlara ve utangaçlığa yer yoktur; her duyguyu ve düşünceyi uçlarda yaşarım ve kafama koyduğumu yaparım. Bu özellikler birleşince fazla rahat, umursamaz ve bencil görünürüm; fakat benim hayattaki tek istediğim şey “mutluluk” duygusunu hissetmek. Bunun için de elimden geleni yaparım.

Son yıllarda giyim yerine aksesuar, özellikle de takı tasarımına doğru bir eğilim söz konusu; senin de hikayen tam bu noktada başlıyor. Takı tasarımcısı olmaya nasıl karar verdin?

Kendimi bildim bileli kafamda durmadan bir şeyler tasarlarım. Bunlar ayakkabı da olur, elbise de olur, takı da olur… Psikoloji bölümünden mezun olduktan tam 1 yıl sonra, aklımdan hiç çıkmayan takı tasarımları beni aşırı dürtmeye başlamıştı. “Yine bir hevestir, gelir Lin sana böyle, geçer...” dedi herkes. Ben de “Acaba mı?” diye cebelleşirken, bir baktım atölye arayışına girmişim ve ne olursa olsun yüreğimden ve beynimden geçen o tasarımları hayata geçirmek zorunluluğu tüm benliğimi sarmış. Derken, bir baktım yirmi parçalık bir koleksiyon yaratmışım; hem tanıdıklarım, hem de tanımadıklarım ilgilenmeye ve satın almaya başlamış... Sonuçta ben daha çok heveslenip hırslanmıştım; her zaman olduğu gibi de yine kimse beni tutamadı ve sekiz ay içinde on dört satış noktasında takılarım satılmaya başladı.

Gelelim Lin Jewelry markasına… 

İlk koleksiyonumu çıkardıktan sonra benim bir ismim olmalı dedim. İş ciddileşecek, logo da yaratmam lazım… Aklımdan tek, sırf, sadece ve sadece Lin Jewelry geçiyordu. Sanki içimde bir ses bağarıyordu: “Lin Jewelry, Lin Jewelry, Lin Jewelry” diye. Başka hiçbir isim aramadım. Markamın adı Lin Jewelry olacaktı...


Birçok genç girişimciyle rekabet içinde çalışıyorsun. Koleksiyonlarını bu yarışta öne çıkaran noktalar neler sence?

Hep soruyorlar bu soruyu; rakiplerin var nasıl başa çıkıyorsun diye. Eğer tasarlayan kişi gerçekten içinden gelen bir şeyi yaratıyorsa o ürün zaten çok özel oluveriyor. Benim tarzım “Narin, naif ve sade”. “ Ben evde tek başıma oturduğumda bile yüzüğünü takıp seyrediyorum, hiç doyamıyorum!” diyorlar. İşte ben bu hayal ile çıktım yola. Öyle tasarımlar yarattım ki baka baka doyulamasın ve kişi sadece kendisi için taksın. Bir ya da iki ayda bir 15-20 parçalık koleksiyon ekliyorum ve böylelikle hep bir farklılık ve çeşit oluşuyor. Takipçilerim “Yavaşla, hepsinden almak istiyoruz, para biriktiriyoruz” diyorlar, ama bilmiyorlar ki ben üretmeden duramıyorum artık. Benim farklılığım bu, çok kısa sürede çok geniş bir koleksiyon yarattım ve üretmeye devam ediyorum.

İlham aldığın yerli ya da yabancı takı tasarımcıları/markaları var mı?

Evet, çıkış noktamı sağlayan dünyaca ünlü bir marka var. İki sene önce bir avrupa tatilindeyken, sokakta yürürken H.Stern mağazasının vitrinine bakıyordum. Genel mücevher tarzından farklı bir line çıkarmış o senelerde. Hep ince tellerden, narin ürünler vardı. Ben o zaman demiştim ki, “İşte bu tarz benim tarzım!”. Benim bugün yaratmaktan çok keyif aldığım bu ince tel ve narin çizgiyi, o gün vitrini izlerken keşfetmiştim. Bir daha öyle bir tarz çıkarmadı ama benim aklımda ve yüreğimde tasarladığım ürünlerin şekillenmesinde çok büyük bir nedeni olmuştur.

Taklit edilmekten korkuyor musun? (Bu noktada fiyat politikan da devreye giriyor tabi…)
Şu an bu soruyu okurken gülüyorum. Ben diğer tasarımcılara oranla, kopyalandığımda ya da ürünlerime benzer çizgiler çıktığında egom kabarıyor. Diğerleri gibi sinirlenip, çıldırmıyorum. Çok hoşuma gidiyor bu durum, kendimle gurur duyuyorum. Benim ürünlerimin bir diğer özelliği, çok kaliteli işçiliğe sahip olmasıdır. Bu sebeple bir kaç ürün kopyalandığı halde, hala kalite arayan müşteri tekrar benden satın alıyor. Bu yaz Bodrumda -Sonsuz Aşk- kolyem kopyalanmış tezgahlarda satılıyormuş, bunu duyunca ne kadar mutlu oldum anlatamam. Başka bir şey daha duydum, benim yüzüklerimin bir çoğu arkadan ayarlanılabilme özelliğine sahiptir. Arkadan ölçüsünü küçültüp büyütebilirsiniz. Bir tasarımcı da yeni koleksyonunu öyle yapmaya başlamış. Bu beni sadece çok mutlu etti, hem de çok.

Peki 2012 Lin Jewelry Koleksiyonu’nda bizi ne gibi yenilikler bekliyor?

Lin Jewelry 2012 Kış Koleksiyonu hazır. Yine düz hatlar ve sadelik ön planda. Bu sefer kendini gösteren, daha büyük parçalar var. Lin Jewelry'i takan kadın kendini güzel hissedecek. Bu yüzden ben Lin Jewelry 2012 Kış Koleksiyonu’nun sloganını “Güzel, özel ve şık kadın” olarak nitelendiriyorum. Her zaman olduğu gibi Lin Jewelry takan kadın, bir ortama girdiği zaman dikkat çekecek, “Nerden aldın?” sorularına maruz kalacak, kendini özel ve güzel hissedecek.

Beymen gibi önemli satış noktalarında ürünlerine rastlıyoruz. Şimdi de kendi online satış siteni kuruyorsun sanırım…

Evet, her ne kadar farklı noktalara dağılmaya çalışsam da her yere ulaşmak çok imkansız. Son zamanlarda Türk halkı internetten alışveriş yapmaya alıştı; hatta bir hobi haline getirdi. Özellikle, en çok masa başı ve tam gün çalışan kesim, alışveriş yapmaya vakti olmadığından bu sitelere rağbet gösteriyorlar. Bir çok Lin Jewelry sever de bana ne zaman internetten satış yapmaya başlayacağımı soruyorlardı. İstanbul dışında, başka şehirlerden ürünleri satın almak isteyen severler de oluşmaya başladı ve hatta Amerika ve Avrupa'dan da istekler çoğalınca bu sistemi kurmaya karar verdim. Çok kısa bir süre sonra satışlar başlayacaktır. 
Hepinizi, http://www.facebook.com/LinJewelry sayfasına bekliyorum.

Takı sektörü düşünüldüğünde, sence Türkiye dünyada nasıl bir yere sahip? Örneğin sen lokal mı kalmayı planlıyorsun yoksa global mı?

Türkiye takı konusunda çok büyük bir yelpazeye sahip. Hem ürün çeşidi, hem de üretim hızı açısından çok ilerde. Dünyanın bir çok yerinden Türkiye'ye takı ticareti yapmaya geliyorlar. Bu demektir ki bu sektörde Türkiye başarılı. Planım, büyümek ve dünyanın her yerine ulaşabilmek.

İlerisi için Lin Jewelry adına hayallerin neler?

Benim hayalim, dünyanın her noktasında Lin Jewelry ürünlerinin satılıyor olması. Tanınan ve arzu edilen bir marka haline gelmek istiyorum. En başta da dediğim gibi, hiçbir şeyi ortalarda yaşayamıyorum; bu yüzden bu konuda da büyük düşünüyorum. İnternetten satışları başlatmamın bir diğer sebebi de dünyaya açılabilmek.







Modanın Deri-n Sularında…


Kadınların içindeki alışveriş şeytanının bir asası olsaydı, şüphesiz şansını çanta ya da ayakkabıdan yana kullanırdı, öyle değil mi? İşte bu genç bayan, yaratıcı dokunuşlarıyla yeni bir günahın daha kapısını çalıp ruhunuza işlemek için gün sayıyor. Derilerle dansıyla, aksesuar dünyasına  yön vermek için şaha kalkan taze bir yetenekten söz ediyoruz… Default okuyucuları için, Begüm Akdoğanlar'la kendisi ve yeni kurduğu BEGART markası hakkında konuştuk.


Hayallerinin izinden gittin ve şimdi kendi markanla karşımızdasın, bize bu süreci biraz anlatabilir misin?

Milano'da tasarım okuduğum süreçten itibaren hep kendi markami kurma isteğim vardı. Döndükten sonraki 5 yılda önemli firmalara koleksiyon hazırladım ve şimdi kendi çanta ve aksesuar markam BEGART’ı kurdum.

Son yıllarda tasarım dünyasında birçok genç girişimciye rastlıyoruz. Bu durumun senin için avantaj ya da dezavantajları neler?
Evet bizim jenerasyonumuzda oldukça fazla tasarımcı var. Bu ülkemiz adına da sevindirici bir durum bence, çünkü moda tasarım dünyasında --biz de varız- diyebiliyoruz artık. Rekabet her zaman güzel, her yapılan koleksiyonun ardından tasarımcı olarak daha da iyisini hedefliyorsunuz. Bu da ortamı kızıştırıyor.

Biraz BEGART markasından konuşalım...Eski dönemlere ait yılan derisi çantaları kullanmayı çok seviyorum, ama tasarım açısından beni tatmin etmiyorlardı. Tasarladığım çantalara egzotik derilerle hayat vermek istedim. İşte bu noktada BEGART doğdu.

Peki koleksiyonlarını diğerlerinden farklılaştıran en önemli nokta nedir sence?
Benim için çantanın kullanılabilirliği, ergonomisi çok önemli. Sadece gösterişli olup hiçbir işe yaramaması tahammül edilebilir birşey değil. O sebeple görünüşü kadar ele gelişi, ahengi de önemli.

Kullandığın deriler gerçek mi, baskı mı? Bu kararı verirken zorlandığını tahmin ediyorum...
Kesinlikle İtalya'dan gelen gerçek egzotik hayvan derisini ve üretim aşamasında eklediğimiz İtalyan aksesuarlarını kullanıyorum. Baskıdan hiçbir zaman hoşlanmadım. Tabii ki bu insanın kendi seçimi ama ben derinin kokusundan, üzerindeki dokusundan beslenerek tasarlıyorum. Piton, su yılanı, krokodil, deve kuşu, kertenkele, vatoz, karung kullandığım deriler arasında… Garni olarak da kuzu ve dana derisinden destek alıyorum.

Kıyafet üzerine açılan butiklerin sayısı oldukça fazlalaştı, senin seçiminse çanta, kemer ve aksesuar gibi daha niş bir kategoriden yana oldu. Bu stratejik bir karar mı?
Aslında stratejik değil, ikisinin de eğitimini aldım ama senin de dediğin gibi bu kategori ve tasarımların deri oluşu bana daha özel geliyor.

Gerçi kendi markan dışında başka bir firmaya da kıyafet üzerine bir koleksiyon hazırlıyorsun öyle değil mi?
Evet aynı zamanda çok özel bir tasarım firmasına bayan giyim koleksiyonu hazırlıyorum.

Çanta, kemer ve aksesuarlar, moda dünyası için bir nevi oyun parkı... Giydiklerimizle kombine ederken şık bir stili popa ya da klasiği vahşiye dönüştürebiliyoruz. Aksesuar seçimi için bize neleri önerirsin?
Bu sezon yılan derisi aksesuarlar çok moda. Siyah bir elbiseyi  mor veya kırmızı bir clutchla  asileştirebilir ya da saks bir gömlekle fuşya bir çantayı birleştirip pop-art bir ifade yakalayabilirsiniz.

Aksesuar dünyası geniş bir dünya, eminim senin de karşı çıktığın trendler vardır. Örneğin BEGART markasında asla ..... 'yı göremezsiniz deyip boşluğu doldur desek...
Modada asla ASLA dememek gerektiğini düşünüyorum. Ama taklit tasarımlar göremezsiniz diyebilirim cünkü hepsini tek tek çiziyorum.

Bu kategoride ilham aldığın ya da beğendiğin tasarımcılar var mı?
İlham almak adına benim için Coco Chanel, Salvador Dali, Elsa Schiaparelli, El Greco çok önemli isimlerden… Günümüz çanta markası olarak düşündüğümdeyse, deri kalitesi açısından Bottega Veneta, tasarım olaraksa Alexander Wang’ i beğendiğimi söyleyebilirim.

Peki, sana ve koleksiyonlarına ulaşmak istersek...
15 eylül itibariyle www.begart.net adresinden bana ulaşabilirsiniz.

İlerisi için BEGART markası ya da Begüm için hedeflerin neler?
Türkiye’ den de bir tasarımcının çanta markası yaratıp dünyada markalaşabileceğini göstermek en büyük hedefim.

“Sağım Solum, Önüm Arkam Ayakkabı!”
          Massimo Bonini Güne Böyle Başlıyor…

Bir oda dolusu ayakkabı ve çantayı hayal edin, yanına biraz da aksesuar ekleyin… Daha en iyisini duymadınız; tek bir marka değil onlarca farklı stil ve renk, hem de ister kadın ister erkek… Massimo Bonini Showroom’undan bahsediyorum; Türkiye’de Beymen, Harvey Nichols ve Vakko gibi moda devlerinin yanısıra dünyaca ünlü butiklerin ayakkabı ve çanta almak için sıraya girdiği 20 yılı aşkın bir serüvenin baş kahramanlarından… Durağımız, Milano’nun alışveriş cenneti Montenapoleone; Massimo & Sabrina Bonini çifti sorularımızı Default okurları için yanıtladı. 


Massimo Bonini Showroom'unu kurma fikri nasıl ortaya çıktı, kısaca bahsedebilir misiniz?

Bu soruyla her karşılaştığımızda, yıllar önce kurduğumuz işimize duyduğumuz aşk ve tutkuyu tekrar hissediyoruz. Massimo Bonini Showroom’unun kuruluşu 80’li yıllara dayanıyor. Aslında o yıllarda modanın gidişatına giysiler yön veriyordu. Bizse kimsenin görmediği yöne saptık ve dikkatimizi ayakkabıların başrolü oynadığı aksesuar dünyasına çevirdik. Bu yüzden edindiğimiz bilgi ve tecrübelerle bugünlere, pazarın öncüsü olarak gelmeyi başardık. Kısacası Massimo Bonini ismi şu anda moda çevrelerinde dünyaca ünlü markalarla birlikte geçiyor ve biz yıllardır harcadığımız emeğin karşılığını bu şekilde alabildiğimiz için çok mutluyuz.   

Moda sektörü inişli çıkışlı hareket ederken, siz yıllardır ayakta kalmaya devam ediyorsunuz. Sizce bu başarının ardındaki sır nedir?

Bir kere Massimo Bonini Showroom’u olarak Etro, Missoni, Giambattista Valli gibi çok sayıda ünlü markayı bir arada sunuyoruz. Bu da dünyanın her yerinden en iyi butiklerle çalışmamız için bize büyük bir avantaj sağlıyor. Yani, hem ürün gamı hem de müşteri tabanı açısından çok güçlüyüz. Ama global dünyada sadece bunlar yeterli olmuyor. Her zaman yenilikleri takip etmeli ve uygulamalısınız. Çünkü teknoloji çağında müşteriler eskisine göre çok daha seçici ve bilgili. Örneğin bizim müşterilerimiz çok araştırır; bu yüzden de yüksek kaliteli ürünü ve eşsiz stili sunmadığımız sürece elimizden kayıp gidebileceklerine her zaman hazırlıklı olmalıyız.

Showroomunuzda yer alacak markalara karar verirken dikkate aldığınız kriterler neler?
Bu işin en önemli ve de en zor yanı, hangi markalarla çalışacağınıza karar vermek. Anlaşmalı olduğumuz markalardan bazılarıyla 20 yılı aşkın süredir birlikte çalışıyoruz. Bu hem müşterilerimizin güvenini, hem de uzun dönem iş ilişkilerimizi güçlendirmemizi sağlıyor. Bir düşünün, müşteriler showroomunuza belirli markaların siparişini vermek için geliyor ve 2 sene sonra geldiklerinde aradıkları markayla artık çalışmadığınızı görüyor. İş hayatında negatif gördüğünüz işbirliklerini bitirebilirsiniz ama bu tip bir işte deneme yanılma şansınız çok fazla yok; doğru markalarla uzun yıllar devam etmelisiniz. Kısacası, başarıyı yakalamak istiyorsanız, formülü istikrarlı büyüme ve sürekliliği olan ilişkilerde saklı. Marka seçerken en önemli kriteriniz nedir diye sorarsanız da, 4 ana başlık altında açıklayabiliriz: “ Markanın kendini ifade etme biçimi, stili, uluslararası çizgisi ve kalitesi.”  

Gördüğüm kadarıyla bir başka önem verdiğiniz konu da sunum ve pazarlama, örneğin her sezon satış döneminde markaların standlarının yerlerini değiştiriyorsunuz…

Bu soruyu iyi ki sordunuz. Ürünlerinizin ne kadar kaliteli ve stil sahibi oldukları kadar, ne şekilde sunuldukları da çok önemli. Burda devreye görsel mağazacılık ve mimari giriyor. Bizim felsefemize göre çalışanlarınızdan, içerde çalan müziğe kadar her bir noktanın, ürünün satış başarısına bir katkısı vardır. Bu nedenle örneğin showroomumuzun mimarisi, tamamen ayakkabı ve diğer aksesuarlarımızı ortaya çıkaracak şekilde tasarlandı. Doğru ambiyansı yakalamak için zemin kaplamalarında yer yer mat, yer yer parlak kontrast oyun efektleri kullanıldı. Sunum salonları; zarif mobilyalar, ahşap standlar, buzlu camlar ve koyu çam renginde parkelerle renklendirildi. Her oda, marka segmenti ve erkek – kadın koleksiyonları dikkate alınarak stiline uygun şekilde dekore edildi. Örneğin vintage stili yansıtan markaların bulunduğu salona, 50’li yılların parlayan yıldızlarının yer aldığı tablolar ve eskitilmiş mobilyalar yerleştirildi.


Sizce stil nedir?

Stil hayattır. Özellikle bu işi yapıyorsanız, stil kavramını hayatınızın merkezine koymalısınız. Biz artık buna alıştık diyebiliriz; 20 yılı aşkın zamandır her güne, yeni bir stil arayışıyla uyanıyoruz. Çünkü bizim işimiz yaratmak ve bunu dünyaya sunmak. Stil dediğimiz kavram aslında, farklı outfitlerden kendini en iyi hissettiren uyumu yakalayabilme ve taşıyabilme yeteneğidir. Biz de bu yüzden müşterilerimize sadece ürünü değil, ifade ettiği stili satmaya çalışıyoruz.



En son trendler hakkında bize biraz ipucu verebilir misiniz?

Moda her sene kendi içinde bir dönüşüm yaşıyor ve sonunda, tasarımcıların kişiliklerinin dominantlığı ve öngörülerinin yansıtıldığı stillerle karşımıza çıkıyor. Bu yüzden öne çıkan tasarımcıların sayısı arttıkça, trendlerin de sayısı artıyor. Yani, bu sene birbirinden bağımsız birçok trendle karşı karşıyayız.

Kadın ayakkabılarında Kartell’in Moschino ile işbirliğiyle ortaya çıkardığı rengarenk ballerinaları görmeden alışverişe başlamayın. Ayrıca; günlük kullanabileceğiniz çiçek desenli Kallisté sandaletler ya da geceleri parlamak isteyenler için Sebastian ve Ernesto Esposito stilettolar sezon trendlerini en iyi yansıtan markalar arasında geliyor. Tabii, zamansız tasarımlar için Missoni’yi de unutmamak gerek. Erkek koleksiyonlarının en hit parçaları ise yıkanmış efekti verilen BB Washed anfibiler ve Henderson mokasenleri. Geceye özel bir parça arıyorsanız tabi ki bizim vazgeçilmezimiz Max Verre.   

Konu ona gelince şehrin adı Milanibo!

Kimileriniz onu, geçen haftalarda Lig Tv'de yayınlanan ünlü futbolcuların kıyasıya 
voleybol maçındaki takım kaptanı olarak hatırlayacak, kimilerinizse çoktan bu büyük kalbin sahibiyle tanıştı bile... Milano'da italyanlardan daha çok tanınan bir türk; "Grande Ibo" lakaplı İbrahim Görücüoğlu'yla moda, ünlüler ve kendisi hakkında keyifli bir sohbet için hazır mısınız?  


İbo deyince akla gelen önce İzmir, sonra Milano… Sizi tanımayanlar için, bu iki şehrin hayatınızdaki yerinden bize biraz bahsedebilir misiniz?

İzmir doğduğum ve büyüdüğüm şehir, Milano ise gençliğimi ve mesleğimi büyüttüğüm şehir. İkisinin de yeri benim için çok özel; kısacası ben İtalyan tarzı bir İzmirliyim.  

Paradan çok dost biriktirdiğinizi duyduk. Bu konuyu sizin ağzınızdan dinlemek isteriz…

İzmir’de, Milano’da hatta İstanbul’da geniş bir dost çevrem olduğu doğrudur. İnsanlarla kolay ilişki kurabilen, kendime ve karşımdaki insanlara dürüst davranmayı becerebilen bir yapım var. Görüntü itibariyle de akılda kalıcı bir fiziğe sahip olduğumdan insanlar beni kolay kolay unutamaz :) Hatırşinas bir kişiliğe sahip olmam, dostluğa eski zamanlardaki kadar değer vermem sebebiyle tüm arkadaşlıklarım kalıcıdır. Sevgi emek ister, ben de bu işin emektarıyım.


Farklı bir sektörde çalışmanıza rağmen futbol ve sanat dünyasıyla iç içe bir hayat sürmektesiniz. Bu süreç nasıl gelişti?

Futbol dünyası ile asıl ilişkim; Okan Buruk, Hakan Şükür, Emre Belözoğlu ve Ümit Davala’nın Inter ve Milan’a transferleri ile başladı. Ayrıca yıllardır gerek sanat dünyasından gerekse farklı mesleklerden pek çok şöhretli kişiye gönüllü turizm elçiliği yaptım. Bu sayede bahsettiğiniz çevrelerin içinde, ben de haklı bir şöhret edindim. Hatta yakın dostlarım Demet Akbağ ve Zafer Çika’nın Milano Konsolosluğu’ndaki nikahını ben organize ettim. Böylece adım Milano Belediye Başkanı’na çıktı.

İbo demek eğlence demek! Bunca yıllık gece hayatınızda unutamadığınız bir anınız mutlaka olmuştur; bizimle paylaşmak ister misiniz?

Aslında o kadar çok anım var ki, hangisini anlatsam diğerine haksızlık olur; ama ayrıntılı bilgi isterseniz Ömer Şenay ve Zafer Çika’ya baş vurabilirsiniz :) 1997 senesinde Çeşme Disko 9.5’a atın üzerinde sünnet çocuğu kostümüyle girerek kıyafet yarışmasında birinci oluşum size biraz ipucu verir sanırım...

Gelelim biraz da moda konusuna... Özel geceler ve davetlerde isminizin baş harflerinin işlenmis olduğu takımları tercih ettiğinizi biliyoruz. Özel dikim kıyafetlerin avantajları nedir sizce?

Konfeksiyondan çok Haute Couture tarzında giyinmeyi tercih ederim. Zaten benim bedenimde olunca, kıyafetlerin her birinin üzerinde nedense isminizin baş harfleri yazar :) Kısacası özel dikim oldukça, giyim konusunda şanslıyım.

Son dönemde üzerinizde gördüğümüz esprili t-shirtler büyük beğeni topluyor. Bunları kendinizin yaptırdığını öğrendik, bu merak nerden geliyor?

Özellikle Çeşme’de t-shirt vazgeçilmez bir giysi; hem şık, hem spor görünmenizi sağlıyor. Ben de bunun avantajından yararlanıyorum; tek farkı üzerine biraz da yaratıcılık katmak istedim. Sonuçta karakterimle özdeşen eğlenceli bir stil oluşturdum.

Peki, futbol ve sanat dünyasının en iyi giyinenleri kimler diye sorsak...

Futbol dünyasından Okan Buruk, Arda Turan, Fatih Terim ve İbrahim Toraman, sanat dünyasındansa Ajda Pekkan, Hande Ataizi, Kenan İmirzalıoğlu, Kenan Doğulu, Okan Bayülgen ve tabii ki starım DEMET AKBAĞ. İster günlük hayatında ister gala veya davetlerde; Demet Akbağ kusursuz fiziğiyle giydiği her kıyafeti çok güzel taşıyabiliyor, üzerine bir de yılların zevki eklenince klasik şıklığın tartışılmaz tek ismi olduğunu düşünüyorum.    

Son olarak, özel partilerdeki dj performansınızı bilmeyen yok sanırım. LMEV için bu yaz playlistinizden hangi parçaları önerirsiniz?

Evet doğru söylüyorsunuz, DJ’lik amatör olarak, severek yaptığım bir olay. Sizlere bu yaz için tavsiyem,

Yabancı  
 1. ZAZ     JE VEUX    
 2. JESSIE J    NOBODY'S      PERFECT
 3. KATY PERRY    E.T
 4. NICOLE SCHERZINGER  RIGHT THERE
 5. RADIO KILLER   LONELY HEART

Türkçe Pop    
1. SİNAN FT. HANDE YENER   ATMA
2. SILA    GOL
3. AJDA  FT. TARKAN YAKAR GEÇERİM 
4. SEKSENDÖRT HAYIR OLAMAZ 
5. ATİYE BUDUR                                                                                                                                     



Dsquared²’in Parlayan Yeteneği, Rasim Ayerden




Modayı seviyor, Milano’da yaşıyor, genç, çalışkan, hatta sinema yıldızı olabilecek kadar da yakışıklı! Buraya kadar herşey normal, tabii onu Dsquared² serüvenine taşıyan beklenmedik tesadüfler ve iş hayatındaki hızlı tırmanışı dışında. Dsquared² Pazarlama Müdürü Rasim Ayerden moda ve kendisiyle ilgili sorularımızı Default Magazine için yanıtladı.



Milano’ya kısa bir süre için gelmiştiniz ve hayatınız değişti. Bize bu süreçten kısaca bahsedebilir misiniz?

2006 yılında Milano’ya Bocconi Üniversitesi’ne exchange öğrencisi olarak gelmiştim. Yani aslında Milano’da geçici bir dönem kalmayı düşünüyordum. Kısa süre içerisinde bulunduğum ortamlar ve tanıştığım insanlar doğrultusunda moda sektörüne yöneldim. Okuduğum bölüm (International Economics and Management) zaten bu sektöre oldukça yatkındı. Sonuç olarak exchange programının birinci döneminin sonunda, Dsquared² tasarımcıları Dean ve Dan Caten’den iş teklifi aldım. Böylece 2007 yılının ocak ayında Dsquared² maceram başlamış oldu ve halen devam ediyor.


Dsquared² gibi dünyaca ünlü bir markada çalışmak hayatınızda neleri değiştirdi?

Öncelikle yaşadığım yer değişti. Milano’ya gelirken yerleşeceğimi düşünmüyordum. Bu yüzden burda kalmak benim için büyük bir sürpriz oldu, tabii bu kararı almak da… 4 senelik Dsquared² deneyimimdeyse, kişisel ve kültürel anlamda çok değişik bir vizyon sahibi oldum diyebilirim. 2007 yılında Pazarlama Asistanı olarak başladığım Dsquared² Milano ofisinde, 2010 mayıs ayından beri Web Pazarlama Müdürü olarak devam ediyorum. 2009 yılında Dsquared² online mağazasını açtık. O tarihten beri markanın tüm reklam, operasyon ve pazarlama faaliyetleri kararlarını tek başıma alıyorum. Şu an için online mecramızla (www.dsquared2.com) 31 pazarda hizmet veriyoruz ki bunların içinde Türkiye de yer alıyor. Kısa sürede bu kadar ilerleme nedenimse, yaptığım işi çok sevmem ve pazarlama anlamında farklı bir vizyon getirebileceğime inanıyor olmam sanırım.

Bize biraz Dsquared² ve yeni sezon modası hakkında ipuçları verin desek…

Bildiğiniz gibi moda dünyasının içindeyseniz ilkbahar aylarında sizin için kış çoktan gelmiş demektir. Bu yüzden 2011 / 2012 Sonbahar Kış Modası hakkında şimdiden ipuçları verebilirim size. Ama önce markadan başlayalım. Arsız Kanadalı zekası ve zarif İtalyan terziliğinin karışımı bugünün Dsquared²’ini yaratırken, alternatif lüks kavramına da hayat vermiş oldu. Yaratıcı köklerine gömülü olan seksi ve kışkırtıcı özellikler, doğal stilistik çizgilerle birleşerek şık ve sofistike giyimi geniş kitlelere taşıdı. Bu evrim kuşkusuz iş ve özel hayatını Milano ve Londra arasında, koleksiyonlarınıysa İtalya’da hayata geçiren Dean ve Dan’in evrensel ilhamıyla gerçekleşiyor. Kısaca şöyle diyelim “Kanada doğumlu, Londra’da yaşayan, Made in Italy” tasarımlar!





2011 / 2012 Sonbahar Kış Sezonu için ipuçlarına gelince… Biz, 18. yüzyılda Amerika Birleşik Devletleri topraklarını sömürgeleştiren öncü savaşçılardan ilham alarak koleksiyonumuzu hazırladık. Bilmedikleri bir toprakta, soğuk karlı dağları geride bırakarak ülkeyi geçen savaşçılardan bahsediyorum. Yaşam sırlarıysa dondurucu kış soğuğuyla savaşırken kat kat giysiyi üst üste giymeleriydi. Kıyafetlerinin silüetleri hareket kolaylığı sağlasın diye geniş ve rahattı. Bu hikayeden ilham aldık.

Örme detaylar ile karıştırılmış keçeler, yıkanmış deriler ve koyun yünleri… Klasik erkek giyiminden ödünç alınan streç örme kumaş ve yünler, alışılagelmişin dışında bir moda yorumuyla bisikletçi tipi pantolonlarda hayat buluyor.

İş hayatının öncü giysileri arasında bol “chinos” pantolonlar ve taşlanmış pamuklu tulumlar yer alıyor. Günlük kıyafetlerdeyse yuvarlak yaka, gazlı bez ve poplin formunda gömlekler, eskitilmiş önlük ve yelekler revaçta olacak. Önde sıfırlanan, rib yaka, yıpratılmış Henley kazaklar pantolon askılarıyla kombine edilecek. Yıpratılmış, eskitilmiş görünümü veren botlar, çizmeler de dikkat çekici aksesuarlar arasında. Özellikle koyun derisinin vintage etkisi kadife yamaların kattığı yorumlarla çok daha otantik hale gelecek.

Bunu not edin! En büyük yenilik, pantolon ve ceketler için kullanılan yün denim olacak.

Renk paletininse 2 büyük kahramanı var: Siyah ve Beyaz. İçlerine serpiştirilmiş bej, gri ve lacivert ise yardımcı oyuncular. Kısacası jakar çizgiler ve doku alternatifleriyle Dsquared² kontrolü ele alıyor.

Biraz da ters köşeden soralım, şansınız olsa hangi trendi yok etmek isterdiniz?

Bu konuda çok net bir cevabım var çünkü bazı moda akımlarını görmekten gerçekten hiç hoşlanmıyorum. Özellikle tunik t-shirtler ve tulumların bir an önce tarihe karışmasını diliyorum.

Milano ve İtalya modasını bir kenara bırakalım, Türkiye’yi moda konusunda nerede görüyor sunuz?

Türkiye’nin moda konusunda yaklaşık 10 yıl öncesine göre ciddi yol aldığını gördüğümü söyleyebilirim. Özellikle pazarlama aktiviteleriyle ilgili tüketicinin daha bilinçli ve bireysel hareket ettiğini düşünüyorum. Ayrıca şimdiden bazı türk markaları, Ümit Benan’ı bunlar içinde örnek olarak sayabilirim, dünya çapında söz sahibi olma potansiyelini elde etmeye başladı. Tabii bu noktada dünyaca ünlü markalar için Türkiye pazarının sürekli daha dikkat çekici bir pazar olma halini almasının payı büyük. Moda konusunda bu ivmenin devam etmesi İstanbul moda haftasını gelecek 10 yıl içinde hatırı sayılır moda haftalarından biri yapabilir. Tabii olayın etnik, kültürel, finansal boyutları unutulmazsa…



Bir Montréal Efsanesi... DJ Nazlı Var!





Tesadüfler hayatın yaratıcısı mıdır? DJ Nazlı Var için dün, bugün, yarın bu soruyla şekilleniyor. Kariyerine adım atması naif bir tesadüfe dayanıyor, sonrasında yaydığı müzik enerjisiyse soyadı gibi uzun yıllar var olmaya aday… Montreal’den Türkiye’ye uzanan projeleri ve müzik dünyasına ses getiren hikayesiyle DJ Nazlı Var karşınızda!   

 

Müzik dünyası sizi DJ kimliğinizle tanıdı, mesleğinizin arkasında yatan Nazlı Var'ın dünyasından biraz bahseder misiniz?


Küçük bir anımla özetleyebilirim galiba bu soruyu; 12 yaşındayken en büyük hayalim ve o zamanlardaki en ulvi amacım belime MTV logosunun dövmesini yaptırmaktı! Şimdi geriye dönüp baktığımda annemin koyduğu engellere dua ediyorum tabii ki de… Anlayacağınız hayatımın en büyük bölümü hep müzikti hala da öyle. Seyahat etmeye bayılan biri olarak, seyahat planlarımı bile elimden geldiğince hayranı olduğum müzisyenlerin konser tarihlerine göre ayarlıyorum.



Çalışma hayatına atılan kadınlar çoğunlukla Halka İlişkiler, Moda gibi alanlara yönelirken siz DJ olmaya karar verdiniz. Bu sıra dışı kariyer nasıl ortaya çıktı?



Her ne kadar DJ olmak hiç planlamadığım ve tam anlamıyla hayatın karşıma çıkardığı bir sürpriz olsa da, bu duruma küçüklüğümden beri içimde büyüttüğüm müzik aşkımdan dolayı, ne ben ne de yakın çevrem şaşırmadı. Bu kariyere ilk adımım ise haftanın en az 1 günü DJ’i olduğum Garde Manger adlı resto/bar'ın yakın arkadaşım olan sahiplerinin uzun ısrarları sonucunda hiç beklemediğim bir anda beni zorla DJ setinin başına geçirdikleri gece başladı. Gerisi ise çorap söküğü gibi geldi.

Kadın DJ olmak mı yoksa erkek DJ olmak mı? Avantaj ve/veya dezavantajları neler sizce?
Kadın DJ olmanın bazı avantajları var tabi. Müzik çalınan mekanlarda kadınların eğlenip dans etmesinin ortamı baya değiştirdiğini düşünüyorum ve kadın dj'ler bunu çok güzel başarıyor. Dezavantajı bence yok, eğer kendinizi biliyorsanız ve çaldığınız yere güveniyorsanız her şey yolunda demektir.

Çalarken nelerden ilham alıyorsunuz? Bu işin olmazsa olmaz püf noktaları var mı?

Benim için çalarken ilham aldığım tek nokta, mekandaki insanların enerjisinin iyi olması. Onların eğlendiğini hissettiğimde, zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum ve ben de çok eğleniyorum dolayısıyla da eğlendirebiliyorum. Yani çalarken siz de eğlenemiyorsanız maalesef o organizasyon pek keyifli geçmiyor.

Montreal'de yasadığınızı biliyoruz. Türkiye’de olduğunuz zamanlarda Angelique, Beymen gibi prestijli kurumların yanı sıra H&M Türkiye'nin açılış partisi gibi projelerde DJ olarak görev aldınız. Bugüne kadar yurtiçi ve yurtdışında gerçekleştirdiğiniz projelerden bahseder misiniz?

Montreal’de devamlı olarak her hafta 2 kulüpte çalıyorum. Onun dışında mağaza açılışlarında (Wonderbra, Styleexchange, Buffalo jeans vs. ), yardım partilerinde freelance çalmak ve çeşitli dükkanlara playlist cd hazırlamak gibi projeler var günlük hayatımın içersinde. Bu sırada başka şehirlerden tek seferlik teklifler gelirse programıma ara verip onları gerçekleştiriyorum. Bunlardan bir örnek vermek gerekirse de önümüzdeki hafta sonu Providence'da Brown Üniversitesi’nde bir yardım partisinde çalacağım. Bunların yanı sıra benim için çok önemli olan Grammy ödüllü rapçi Common ve 18 yaşındaki yıldızı Amerika’da yeni parlayan rapçi Mac Miller’in konserlerinde açılışı ben yaptım. İstanbul’da ise gece kulüpleri dışında, Vodafone Red Xmas Party ve H&M’in açılışında çaldım. Son İstanbul seyahatimde Sofa Hotel ve Bebeköy Backyard’daki özel partilerde çaldım.

En keyif aldığınız performansınız hangisiydi?
En keyif aldığım kesinlikle 2009 yılının sonunda yaptığımız Nişantaşı Brasserie sokak partisiydi. Tam 7 saat durmadan çaldım, bütün sevdiklerim ordaydı. Hiçbir zaman unutamayacağım bir organizasyondu.

Müzik sektörü teknolojiyle paralel ilerliyor, çalışmalarınız için teknoloji ve dijital platformlardan ne sıklıkta yararlanıyorsunuz?

Yeni çıkan aletleri takip ediyorum, ne zaman nerde hangi aletle çalacağım hiç belli olmaz, her şeye hazırlıklı olmak en iyisidir bence… Ancak kendi mixlerimi yapıp kendimi müzikle daha iyi yansıtabilmek adına CDJ ve turntable ile çok vakit geçiriyorum evde. Kendimi geliştirme konusunda bir limit görmüyorum, müziğe olan tutkum devam ettiği sürece ben de kendimi geliştirmeye devam edeceğim. Bunun yanı sıra hobi olarak plaklara merak sardım ama profesyonel bir ortamda henüz bu çalışmalarımı sergilemeyi planlamıyorum. Belki özel bir gün bir sürpriz yaparım.

Çevrenizdeki tüm müzik türlerini düşündüğünüzde kendinizi nerde görüyorsunuz? Tarzınızı nasıl adlandırıyorsunuz?
Ben biraz eski zamanlardayım. Tarzım da kesinlikle 80s-90s, hatta blues, old skool, hiphop diyebilirim.

İlerisi için hedefleriniz neler, kendimi şurada görüyorum dediğiniz bir yer var mı?
Tabii ki büyük hayallerim var herkes gibi; ancak spesifik olarak nedir, neresidir derseniz belli bir cevabım yok. Tek bildiğim şey maceramın henüz daha başındayken İstanbul taraflarına kesin dönüş yapmayacağım. Temelimi Amerika kıtasına attım, gerisini de burada getirmek istiyorum.

Bizim için tarzınızı yansıtan keyifli bir playlist yapın desek...

Frank Sinatra'dan girerim, Marvin Gaye, Frankie Vallie, Kool & The Gang, Biggie derken Jay-Z, Kanye West, Lupe Fiasco, Robin S, AC/DC'ye sapıp, sonunda da U2'dan One Love ile bitiririm.

Bütünün Farklı Parçası; Raif Kurt

“İnan, Tasarla, Paylaş”. Bu mottonun sahibi internet üzerinden yayınladığı birbirinden farklı ve yaratıcı videolarla kısa sürede sanat dünyasının hafızasında yer edinen Raif Kurt’dan başkası değil. Kim olduğunu kelimelere sığdırmak oldukça zor… Zaten o da kendisini var olan kalıpların içine sokmayı sevmiyor. “Yaptıklarım beni tanımlasın” diyecek kadar cesur. Onu bir sabah kurucusu olduğu tasarım atölyesi Hangar’da fotoğraf çekerken, aynı günün akşamındaysa karşısına çıkan bir enerjiden ilham alıp, kamerası elinde dünyanın bir ucuna yol alırken bulabilirsiniz. Sınır kelimesi sözlüğünde yok, var olmayanın peşinde… Çünkü o bütünün farklı parçası olmaktan büyük zevk alıyor.

2006 yılının son günlerinde Kemerburgaz’daki eski bir depoya adım atmasıyla başlıyor Raif ve Hangar’ın hikayesi. İşte o gün çark dönmeye başlıyor ve 2007 yılında, hırpalanmış bir depodan fotoğraf, film, heykel, mimari, moda, müzik gibi farklı disiplinlerin buluştuğu Hangar adındaki mekan yaratılıyor. Bir kişiden değil tüm evrenden yola çıkarak tasarlanmış projelere; iş gücü, müşteri, sunum gibi maddi manevi yarar sağlayabilmek için harekete geçirilmiş bir platform. Sınırı yok, yeni fikirlerle beslendikçe şekilleniyor; farkıysa yaratmadan duramayan herkese açık olması.

Boyaların akışıyla hayatın ayrıntılardaki gizemine işaret eden slow motion video çalışması, anın içinde sıkışıp kalan portrelerin sessiz ifadesi ya da canlı müzik performansıyla akan ateşin dansı… Fark yaratmaya, üretmeye, paylaşmaya ve en önemlisi değişime hazır olan her proje Hangar için yeni bir başlangıç. 
Kısacası Hangar hayatı sergileyen bir oyun sahnesi aslında; oynamak ya da izlemek, büyütmek ya da küçültmek, yaklaşmak ya da uzak durmak sizin elinizde. Dergide gördüğünüz şehir, yola attığınız çöp, ilk aşık olduğunuz gün… Yaşama dair iz bırakan tüm enerjiler yarattıkça geri dönüp Hangar’da hayat buluyor.   
Raif Kurt, Hangar’la çıktığı bu yol için gelecekte kalıcı olan tek sığınağın internet olduğuna inanıyor. Bu yüzden de, çalışmalarını sonsuza dek var olmaları için internete taşıyor. Raif Harikalar Diyarı’na vakit kaybetmeden siz de bir göz atın… Ona ulaşmak içinse sadece koşun ve asla durmayın!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...